KAHRAMAN DEDE
Eski zamanlarda yaşayan, sesini daha da eski zamanlardan bu günlere kadar duyurabilen, kavi, akıllı mı akıllı, üstelik celalli, bir de kalbi nur dolu bir dede varmış. Bu hayattaki tek gayesi, sadece kendi kalbini değil, gencinden yaşlısına, çoluk çocuğuna, kadına, erkeğe hatta kundaktaki bebeğe varıncaya kadar, tüm insanların kalbini nurla doldurmakmış. Bundan sebep, herkesin duyabileceği bir ses tonu ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanırmış. Sadece konuşmaz, konuştuklarını bir bir kâtibine yazdırırmış. Hal böyle olunca etrafındaki tüm ahali ona ‘’Kahraman Dede’’ dermiş.
Her ne kadar gayesi sesini duyurmak olsa da, kalabalıktan, laubalilikten hiç hoşlanmazmış. Ruhunun dostu çok olsa da, etten kemikten olan şu fani halinin yöresinde azıcık ahbabı olurmuş. İçlerinden biri var ki, Kahraman Dede nereye giderse gitsin, onu bulur yanına sokulurmuş. Kitap okumaktan yorulan gözleri onu görünce güler, yorgunluğu tatlanırmış. Soğuk günlerde üşüyen ayaklarına dolanır, ısıtırmış. Kahraman Dedenin bu minik dostu, onu çok sever, kucağında uyumak istermiş. Misafir ziyaretlerini zaman zaman kabul etmese de, dostunun bu sevimli hallerine yüreği dayanamayan Dede, ne zaman gelse onu kabul edermiş. Kapıdan içeri girdiğini görse, yüzü tebessüm eder:
- Hoş geldin Abdurrahim, dermiş.
Başka başka dostlarına onu anlatır, ondan bahseder, ibret aldırırmış.
- Bakın! Duydunuz mu, Abdurrahim ne diyor? Ya Rahim Ya Rahim diye mırlıyor. Rabbini zikrediyor.
Kahraman Dede’nin kendisi hakkında konuşmasından hoşnut olan Abdurrahim, onu daha çok sever, sayarmış.
Eğer insanlar gibi elleri ve dili olsaymış, o da geçmiş ve gelecek olan tüm insanlığın kalbini Nur’la doldurmak için çalışırmış. Ama bu haliyle bile nurlara hizmet etmekten beri durmamış.
Bir cevap yazın